Geçtiğimiz ay, yazdan çıkarken rutinimizi nasıl güncellemeliyiz, önümüzdeki dönemde cildimizde nelere odaklanmalıyız gibi sorulara yanıt aramıştık. Gelin bu ay, bir derinlemesine dalışla, bu dönem rutinimizin vazgeçilmezi olacak retinoidler konusunu mercek altına alalım.
Editör: Begüm Güzel Güngör
Nedir bu bir anda gündeme gelen “retinoidler”?
Retinoid, aslında bir şapka terim ve tüm doğal ve sentetik A vitamini türevlerini kapsıyor. Retinoid ailesinin üyeleri retinoik asit (tretinoin), retinaldehit, retinol, retinil esterler, adapelen, tazaroten ve oral isotretinoin (Roaccutane ilacın etken maddesi). Retinaldehit, retinol ve retinil esterler (retinil palmitat, retinil linoleat, vb.) “kozmesötik” olarak reçetesiz şekilde cilt bakımı ürünlerinde kullanılırken, diğer formlar reçeteli olarak tedavi amaçlı kullanılır. Siz en çok “retinol” ismini duymuş olabilirsiniz, çoğunlukla böyle bahsi geçiyor.
Retinoidler, lipofilik yani “yağ seven” karakterde moleküller ve bu sayede plazma zarından ya da Stratum Corneum dediğimiz en dış cilt katmanından geçip dermise kadar inebilme yeteneğine sahipler. Yani yüzeyde değil, derinlerde çalışıyorlar ve epidermis ve dermis hücreleri üzerinde biyolojik etki gösteriyorlar.
Retinoik asit esasen akne tedavisi için geliştirilmişti ama tretinoin tedavisi gören hastaların ciltlerinin daha pürüzsüz hale geldiğini, kırışıklarının azaldığını bildirmesi üzerine kapsamlı araştırmaya alındı ve UV kaynaklı fotoyaşlanmaya uğramış ciltlerde olumlu etkileri tespit edildi. Sonra da yaşlanma karşıtı bileşenlerin en popüleri haline geldi.
Retinoidler ciltte nasıl etki eder?
Öncelikle iki tip yaşlanma olduğunu hatırlayalım: Kronolojik (içsel) yaşlanma ve erken yaşlanma ya da UV hasarına bağlı fotoyaşlanma. Devamlı şekilde UV ışınlarına maruz kalmak, çevre kirliliği, sert sabun ve benzeri temizleyiciler kullanmak, sigara ve alkol tüketmek, aşırı şekilde işlenmiş gıdayla beslenmek, yoğun stres gibi faktörler cildin erken yaşlanmasına yol açar. Fotoyaşlanma belirtileri de cildin sertleşmesi, kuruluk, kılcal damar görünümünün çoğalması, cilt lekelerinin belirmesi, elastikiyet kaybı ve elbette kırışıklardır.
Bu belirtilere neden olan değişimler ise öncelikle hücre döngüsünün yavaşlaması ve cildin incelmesi, hem kolajen üretiminin hem de mevcut kolajenin azalmasıyla cildin gerginliğini kaybederek kırışması, elastin liflerinin hasar görmesiyle cildin elastikiyetini kaybetmeye başlaması ve sarkması ile melanin üretim dengesinin bozularak cilt yüzeyinde lekelerin görülmeye başlamasıdır.
Retinoidler, bu fotoyaşlanma belirtilerini azaltma, engelleme ve bir ölçüye kadar geriye çevirme etkisine sahiptir. Cilde nüfuz eden retinoidler, ana etkisini kollajen metabolizması üzerinde gösterir ve hem mevcut kollajenimizin yıkıma uğramasını engeller hem de derinin kollajen üretimini uyararak bu süreci hızlandırır. Böylelikle incelmiş olan cilt yeniden kalınlaşır ve eski gergin konumuna doğru iyileşme gösterir. Elastin lif ağının onarımıyla kaybedilen elastikiyet de iyileşmeye başlar. Hem hücre döngüsünün hızlanmasıyla ölü deri hücrelerinden daha hızlı arınmamızı sağlayarak hem de derideki melanin miktarını düzenleyip yeniden dağıtarak hiperpigmentasyon üzerinde de olumlu etki gösterir. Kısacası retinoidler cildin daha pürüzsüz görünmesine, ince çizgi ve kırışık görünümünün azalmasına ve önlenmesine, cildin renk eşitliğinin sağlanmasına ve üretilen sebumun da dengelenmesine yardımcı olur.
Topikal olarak uygulanan retinoidin, etki edebilmesi için cilde nüfuz ettikten sonra vücut tarafından retinoik asite dönüştürülmesi gerekir. Reçetesiz kullandığımız grup içerisinde retinaldehit, tek bir adımda retinoik asite dönüşebilir. Ondan sonra gelen retinolün önce retinaldehide, sonra retinoik asite dönüşmesi gerekir. En sondaki retinil esterlerin önünde ise üç ayrı adım vardır. O yüzden şu sıralamayı akılda tutalım: Retinoik asit >Retinaldehit > Retinol > Retinil esterler. Yani retinoik asite ne kadar yakınsak, alacağımız etki ona o kadar yakın olur diye düşünebiliriz.
Retinaldehide kısaca “retinal” deniyor. Hem daha etkili kabul edilmesi hem de daha nazik çalışması nedeniyle, retinal içeriği son dönemlerde popülerlik kazanıyor, ama piyasada ürünlerin içinde hala en çok karşımıza çıkan içerik retinol formu. Retinalin stabil olarak formülasyonu kolay olmadığı için biraz maliyetli bir içerik ve iyi bir retinal ürününü uygun fiyata bulamıyoruz, ama benim favori retinoid formum bu.
Çevrenizde yanlış ürün ve dozaj seçimi veya yanlış uygulama nedeniyle duyabileceğiniz kötü retinoid deneyimlerinden korkmadan, bilinçli seçim yaparak çok güzel sonuçlar elde edebilirsiniz. En yaygın inanış, retinoidlerin cildi soyarak incelttiğine yöneliktir ancak retinoid kullanımı esasen en dıştaki ölü deri tabakalarından kurtulmanızı ve devamında da epidermis tabakanızın kalınlaşmasını sağlayarak aslında cildi güçlendirir ve kalınlaştırır.
Retinoid ürünü seçerken dikkat etmemiz gerekenler
Reçeteli olarak daha çok akne tedavisinde kullanılan retinoik asit yani tretinoin, üzerinde en çok bilimsel araştırma yapılmış ve aknenin yanı sıra fotoyaşlanma belirtileri üzerinde geriye dönük etki yapabildiği kanıtlanmış olan içerik. Ama bütün dermatologların hastalarına yaşlanma etkileri için tretinoin reçete ettiğini görmüyoruz değil mi; peki neden? Çünkü doğrudan retinoik asiti cilde uyguladığımızda ciltteki reseptörlerde bir anda aşırı yükleme oluyor ve beraberinde ciddi tahriş reaksiyonları gelişebiliyor.
Bunun yerine biz reçetesiz formlardan, iyi etkilere sahip olduğu belirlenmiş retinal ya da retinol içeren ürünlere yöneleceğiz. Bu formlar topikal olarak cilde uygulandığında hepsi bir anda retinoik asite dönüşmeden, hücre zarlarında depolanıyor, böylece kullanımı daha rahat oluyor. Ancak dikkat etmemiz gereken, ürünün iyi bir formülasyona, üretim teknolojisine ve ambalajlamaya sahip olması.
Yanma, kızarma, tahriş, soyulma vb. istenmeyen yan etkileri en aza indirgemek için, retinoidlerin nazik ve cilt bariyerini koruyup cilde nem desteği de sunacak şekilde formüle edilmesi gerekiyor. En iyi etkiler yüksek konsantrasyonlarda alınıyor ama yine ciltte bir anda aşırı yükleme oluşmasını engellemek için yeni taşıma teknolojilerine sahip ürünleri tercih edilmeli. Lipozom, nanozom, mikropartikül, nanopartikül vb gelişmiş teknolojiler, etken maddenin zaman içinde yavaş yavaş salınmasını sağlayabiliyor. Bu, hiç de stabil olmayan ve ışık, hava ya da ısıyla temasta kolayca bozunup aktifliğini kaybeden retinolün daha stabil hale getirilmesine de yardımcı oluyor. Bu bağlamda ürünlerin ışık ve hava almayacak şekilde ambalajlanması da çok önemli. Her gün açıp ışığa, ısıya ve havaya maruz bıraktığımız basit pompalı bir serum ambalajı, ürünümüzün hızlıca bozulmasına sebep olabilir ve bu da, tahriş riskini artırır.
Yüksek oranda retinoik asitin sistemik emilim ile embriyo ve fetüs üzerinde şekil bozukluğuna neden olabilecek (teratojenik) yan etki potansiyeli tespit edildiği için risk almamak üzere hamileyken retinoid kullanımı önerilmez. Doktorunuza mutlaka danışınız.
Rutinimize nasıl dahil edelim?
Retinol, reçetesiz ürünlerde %0.1-%1.0 arasında, retinaldehit ise %0.01-%0.2 arasında konsantrasyonlarda kullanılabiliyor. Yapılan çalışmalara göre %0.2 gibi düşük konsantrasyonda retinol bile, düzenli ve uzun süreli kullanım sonucunda yaşlanma belirtileri üzerinde etkisini gösterebiliyor. O yüzden rutinimize ilk defa dahil ederken, düşük konsanstrasyonlardan başlıyoruz. Cildimiz tolere ettiği sürece, bir dozajı bitirip bir üst dozaja çıkabiliriz ama nerede duracağımızı bilmek önemli. Cildimizin verdiği sinyalleri gözden kaçırmamalıyız.
Retinoid içerikli ürünler krem, jel, serum hatta tonik formunda bile olabilir. Tercihinizi, hangi konsantrasyonda kullanıldığı belirtilen, ince yapılı ürünlerden yana kullanırsanız alacağınız sonucu az çok öngörebilir ve harcamanızı daha bilinçli yapabilirsiniz.
Eğer güneşten korunma konusunda oldukça disiplinli ve istikrarlı değilseniz retinoidleri akşamları ve sonbahar-kış döneminde kullanmanızı tavsiye ederim. Retinoid kullanımıyla cildinizin dış yüzeyinin devamlı tazelenmesini sağlıyorsunuz ve bu taze katmanın, daha fazla korumaya ihtiyacı oluyor.
Yüzümüzü temizledikten sonra kuru cilde bir nohut tanesi kadar ürünü minik noktalar halinde bırakıp parmak uçlarımızla yedirerek uygulayabiliriz. Tüm yüze uygulanmış olması yeter, krem gibi bol bol sürmüyoruz. Cildiniz hassassa ve ilk günlerde göz, burun ve ağız çevresine çok girmeden uygulamaya dikkat edin.
Haftada 2 akşam başlayıp sonraki hafta günaşırı 4 akşama, daha sonra 6-7 akşama çıkabilirsiniz. Bu kadar sıklaştırdığınızda rahatsızlık duyarsanız yeniden 4 güne indirin. Beraberinde cilt bariyerini güçlendirecek ve nem desteği verecek seramitler, skualen, peptitler, niasinamid, hyalüronik asit vb içeriklere sahip serum ve/veya nemlendirici kullanmayı ihmal etmeyin. Güçlü bir retinoid kullanırken, normalde kullandığınızdan daha yoğun bir nemlendiriciye ihtiyaç duyduğunuzu hissedebilirsiniz. Retinoidlerle aynı rutinde askorbik asit formunda C vitamini, güçlü kimyasal peeling asitleri ve diğer tahriş riskine sahip agresif içeriklerin kullanılması önerilmez.
Cilt bakımı ürünleri yaşa göre değil, ihtiyaca göre seçilir. Bu nedenle yaşınız genç olsa bile cildinizde erken yaşlanma belirtileri gözlemliyorsanız düşük dozda bir retinoid kullanmaya başlayabilirsiniz, ama dozajı artırmadan önce uzun süreli etkileri gözlemlemenizi öneririm; belki de artırmaya ihtiyaç duymazsınız.
Retinoidler için 5 altın kural
- Doğru oran: retinol için %0.2-0.3, retinal için %0.01-0.03
- Doğru üretim teknolojisi: kapsüllenmiş retinol/retinal ya da “zamanla aktarım” teknolojileri
- Doğru ambalaj: ışık, hava ve ısıyı geçirmeyecek ambalaj
- Aralıklı kullanım ile cildi alıştırma: haftada iki akşam başlayın, yavaş yavaş artırın
- Beraberinde güzel nemlendirme ve güneşten korunma
Son zamanların yükselen trendi: Mikrobiyom ve mikrobiyom dostu ürünler
Gelecek ay cilt mikrobiyomu konusunu yazacağım ama şimdiden küçük bir öngösterim yapmak ve incelemeniz için bir marka bırakmak istiyorum: Yun Probiotheraphy.
Derimizi, 1000’in üzerinde türde ve trilyonlarca adette bakteri ve diğer mikroorganizmayla paylaşıyor ve karşılıklı sağladığımız avantajlarla mutlu mesut yaşıyoruz. Bu topluluğun tamamına mikrobiyom diyoruz.
Bu bakterilerin çoğu iyi huylu “ortakçılar” olarak kabul ediliyor ve dış dünyaya karşı bağışıklığımıza katkı sağlıyorlar. Çeşitli sebeplerle kötü huylu diye düşünebileceğimiz “patojenik” bakteriler çoğaldığında ise başta akne olmak üzere çeşitli deri problemleri meydana geliyor. Bunun için çoğunlukla antibiyotik tedavilerine başvuruyor ve kötülerle beraber iyi bakterilerimizi de öldürüyoruz.
Belçikalı bir biyogirişim firması olan Yun Probiotheraphy, Antwerp Üniversitesi ve bünyesindeki bilim kuruluyla yürüttüğü uzun araştırmalar sonucunda, şu ana kadar dünyada benzeri olmayan bir teknoloji geliştirerek canlı halde kapsüllenmiş bakterileri cilt bakımı ürünlerinin içinde formüle etmeyi başardı. Bir tür uyku halinde olan bakteriler siz ürünü cildinize uygularken patlattığınız kapsülün içinden çıkıp cilde dağılıyorlar ve kötülerle savaşmaya başlıyorlar.
Yun Probiotherapy ürünleri Türkiye’de ilk defa Welcome to Club platformunda tüketicilerle buluştu. Online konsültasyon ile doktorunuza danışarak cildinize uygun Yun ürününe karar verip hemen denemeye başlayın derim!
Sizin için seçtiklerimiz…