Engel Tanımayan Bir Kadın: Banu Tozluyurt

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Maalesef ki ülkemizde kadınlara verilen bir çiçekle ve beylik sözlerle geçiştirilen bir gün hala çoklukla. Ama bu olmasın, sadece bu günün özelinde değil elbette her gün, her an biz kadınlar sadece kadın olduğumuz için ayrımcılığa uğramayalım diye yılmadan, yorulmadan gayret gösteren birileri var. Ve o “birileri” sayesinde bugün kadınların sesleri biraz daha gür, bilinçleri biraz daha açık. Bu günün anlamına özel olarak onlardan biriyle, toplumsal cinsiyet eşitliği/eşitsizliği kavramı ve kadınlar için çalışan ve kendini ön plana atıp ben bunları yapıyorum diye bağırmayan bir gizli kahramanla konuştum. Bugün, dostum olmasından çok gurur duyduğum bir isim eğitimci, danışman, yazar Banu Tozluyurt konuğum.

Merhaba Banu, sana konuyu devretmeden önce uzun bir giriş yaptım. Şimdi de seninle ilgili bir giriş yapmak istiyorum:

Seni çok iyi tanıyan biri olarak bana deseler ki “Deniz bize Banu’yu anlat” şunu söylerdim; hani o karaya vurmuş deniz yıldızlarını tek tek denize atan adamın hikayesi vardır ya, ona derler ki yaptığın çok anlamsız, burada binlerce deniz yıldızı var, tek tek onları denize atarak bu durumu değiştiremezsin. O da bir deniz yıldızını daha o binlercesinin içinden alıp denize fırlatırken der ki; “işte bunun için fark etti!” Sen benim için o deniz yıldızlarını tek tek suya atıp kurtaran adamsın. Şimdi bu özel gün vesilesiyle de seni Güzellik Yayında okuyucuları ile de tanıştırmak istiyorum. Hoşgeldin!

Bize biraz kendini anlatır mısın? Kimsin, neler yapıyorsun, neden yapıyorsun?

Eğitimli bir anne babanın çocuğuyum, iyi okullarda okudum, ailemde kadın erkek eşitsizliği yoktu ve ben üniversiteye gidene dek bu durumun herkeste bu şekilde olduğunu düşünüyordum. Herkesin benim kadar eşit şartlara sahip olmadığını görünce başladı benim aydınlanmam. Kızım da doğduktan ve okula başladıktan sonra onun kadar şanslı olmayan çocuklar ve benim kadar imkânı olmayan kadınlar için bir şeyler yapmalıyım diye yola çıktım.

25 yıldır şirketlere iletişim, yönetim, kişisel gelişim konularında eğitim verip, danışmanlık yapıyorum. Son yıllarda gördüğüm toplumun eğitim ihtiyacının dramatik bir şekilde arttığı, okullardaki öğretimin aslında eğitim olmadığı, özellikle gelecek nesilleri oluşturan kadınlar üzerinde çalışılması gerektiği oldu.

Şu anda da eğitimlerim devam ederken toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun anlaşılması ve ülkemizde bunun sağlanması konusunda kadınlara yönelik, içine erkekleri de kattığım farklı projeleri hayata geçiriyorum.

Neden yaptığıma gelince ise; size sadece bazı rakamlar söyleyeceğim.

Geçtiğimiz 26- 27 Şubat’ta sadece 24 saat içinde 8 kadın erkekler tarafından öldürüldü Türkiye’de.

3449 yönetim kurulu koltuğunda sadece 617 kadın oturuyor, 517 şirketin sadece 23’ünde CEO kadın.

81 ilde sadece kadın 2 vali var.

Her yıl yapılan dünya ekonomik forumu cinsiyet eşitsizliği 2023 raporunda 146 ülke arasında Türkiye 133. sırada. Bunun içinde ekonomiye, eğitime, siyasete ve istihdama katılım var.

Bu örnekleri çoğaltmak istesek burada sayfalara sığmaz. Bu rakamları hazmedemiyorum ve bu ülkede bir kız çocuğu yetiştiren bir kadın olarak hem kendi kızım hem de cinsiyet ayırmadan tüm nesil için bir sorun bu ve benim bunlarla bir derdim var.

Sen aynı zamanda sekiz kitabı olan bir yazarsın Banu. Bu kitaplarından da bahseder misin?

Çocukluğumdan beri yazı ile iletişim kurmayı çok severim. Bu sevgimi 2005 yılında bir blog kurarak daha geniş çapta gerçekleştirmeye başladım ki o zamanlar bu blog işi dünyada yeniydi. Kızımla yaptığım aktiviteleri, oyunları, gezileri yazıyordum. O zamanlar dijital dünya çok gelişmiş olmadığından çok ilgi gördü. Bu blog hala devam ediyor, ilgilenenler buradan bakabilir.

Bu ilgiden yola çıkarak da burada yazdıklarımı bir kitap haline getirmek istedim. Çok zor oldu. Kapılar yüzüme kapandı, çok uğraştım, çok da yıprandım. Ne gerek var dediler, kapılar yüzüme kapandı. Ama hayalim o raflarda kitabımı görmekti ve peşini bırakmadım, her üzüntümde daha ısrarla yoluma devam ettim. Ve ilk kitabım Hayat Çocukla Güzel çıktı. Bunu niye detaylı anlattın dersen de, hayalleri olan kadınlarla tanışıyorum. İçlerinde hevesler kalan, vazgeçen, pes eden. Ülkemiz koşullarında kadınlar için başarmak çok daha zor. Ama ben bir kadının kafasına koyduğu her şeyi yapabileceğine inanıyorum. Yılmamaya, boyun eğmemeye, elbette üzülmeye ama üzüldükten sonra daha güçlü kalkmaya inanıyorum.

Sonrasında kız çocuklarının babalarına yazdığı mektuplardan oluşan “İmza Kızın”, kız çocuklarının karşılarına çıkan erkeklere yazdığı “İmza Karın” ve kadınların son söz söyleme hakları olsa kime ne söylerdi fikrinden yola çıkan “İmza Ben” adlarında üç kolektif kadın kitabını peş peşe çıkarttık.  Hatta “İmza Kızın”ın bazı üniversitelerin psikoloji bölümlerinde kaynak kitap olarak okutulduğunu da ekleyeyim.

Bu üçlemeden sonra “Bir Arkadaşın Başına Gelmiş”, ilk romanım “Dut Ağacı”, yine kızımla Kanada’da yaşadığımız dönemi anlattığım “Gitmek de kalmak ta zor geldiğinde” ve son kitabım “Kendi Ayak İzini Oluşturan Kadınlar” çıktı.

Tekrar projelerine dönersek. Üç ayrı projen var eş zamanlı yürüyen. Bize bunları da anlatır mısın?

Bir Eşitlik Ütopyası ile başlayayım o halde. Bu proje için canlı müzikli, toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine bir konferans diyebiliriz.  Bahsettiğim farkındalıkları kazandırmak için, filmlerden parçalar izliyoruz, yorumluyoruz istatistiksel verilere bakıyoruz ve müzisyen Fridevs Çelikel ile başlıklara uygun türkçe müzikler eşiğinde katılımcıların da hayatlarını sorguladığı, interaktif bir konferans yapıyoruz.

Burada üstünde durduğumuz konular aslına kalıplar. Mesela kıza pembe erkeğe mavi giydirmek, isimlerde kızlara narin, erkeklere güçlü gibi isimler koymak, severken bile “prenses kızım”, “aslan oğlum” diyerek sevmek gibi. Bunlar bazen bilinçli bazen bilinçsizce yapılsa da daha da büyüyünce kadının evde, erkeğinde dışarıda olması gibi kalıp yargılara dönüşüyor. İnanmasak da uyguluyoruz, “kızlar bu mesleği seçmez, bak sen öğretmen ol evine de yetiş” gibi kalıpları duyuyoruz.

Dünya ekonomik forumunun 2023 raporuna göre cinsiyetler arasında tam eşitlik sağlanabilmesi için eşit olması için 131 yıl gerekliymiş. Baktığımızda da “Bir Eşitlik Ütopyası” adı buradan geliyor. Çünkü eşitlik bir ütopya gibi duruyor. Ama bugün yaptığımız farkındalık çalışmaları, verilen eğitimler, bu sayıyı biraz öne çekmemizi sağlıyor. Yol çok uzun ama bugün yapılan her şey bir kişiye veya on kişiye de etki etse çok kıymetli.

Bir diğer süren çalışmam ise “psikolojik sermaye” konuşmaları.

Son kitabım “Kendi Ayak İzini Oluşturan Kadınlar ”da yer alan 24 mücadeleci kadının ortak yönü psikolojik sermayelerinin çok güçlü olmasıydı. Bambaşka yerlerden gelen kadınların, türlü engellere rağmen yılmadan başarıyı bulmalarını sağlayan bu kesişim noktası üzerine temellendirdiğim bir konuşma diyebiliriz. Psikolojimizi etkileyen zor zamanlardan geçiyoruz.  Eğer iyi yönetilmezse değişimlere, belirsizliklere yol açan, içinden çıkılamadığında çöküntüye sebep olan ve yaşam enerjisini alıp götüren bir domino taşı etkisi yaratıyor. Psikolojik sermayesini yani umudunu, iyimserliğini, öz yeterliliğini ve yılmazlığını kaybetmeyen insanlar her zaman kendilerine bir yeni yol bulabiliyorlar. Psikolojik sermaye bu yolu bulmaları için kılavuzluk eden bir seminer.

Ve gelelim muhteşem projen “Birlikte Geleceğiz Sürdürülebilir Destek” projesine. Her anına şahit olduğum bu özel iş o kadar önemli bir boşluğu dolduruyor ki. Banu bunu özellikle incelikli anlatmanı rica ediyorum.

Sağlıklı nesiller için sağlıklı ebeveynler anlayışı ile çıktığımız yolda çocukların ve özellikle annelerin sosyal ve kültürel gelişimleri için ve yine dezavantajlı bölgelerde kitaba ulaşamayan, eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanamayan çocuklara kitap sevgisini aşılama, hayal kurma ve yine kitaplar sayesinde hayal güçlerini artırma ve dünyayı tanıma konusunda onlara yardımcı olmak amacımız. Kadın tarafında ise yine kız ve erkek çocuk yetiştirirken onlara eşit fırsat ve haklar sunmanın önemini anlatmak ve aslında kendilerinin de potansiyellerini ortaya çıkarıp kendi paralarını kazanabilmeleri, evlerde yaptıkları ürünler belki kooperatif kurarak belki sosyal medya aracılığı ile tanıtıp aile bütçesine katkıda bulunabilmelerinin mümkün olduğunu görmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Ve bu annelerin para kazanan kadınlar olarak çocuklarına rol model olabilmelerini arzuluyoruz.

Bu projede yol arkadaşım çocuk kitapları yazarı Defne Ongun Müminoğlu ile çalışıyoruz.

Bu projede dezavantajlı yerlerdeki devlet okullarına, maddi imkânları kısıtlı bölgelere gidiyoruz, en çok talep de 4 sınıfın bir arada okuduğu birleştirilmiş okullardan geliyor. Muhteşem öğretmenlerimiz var bu okullarda. Buralarda psikolojik sermayesi güçlü olan öğretmenlerin geleceğin Aziz Sancar’larını, Canan Dağdeviren’lerini yetiştirecek kişiler olduğuna yürekten inanıyorum.

Banu, bu gezilerde bahsettiğin yerler nereler mesela, adını verince daha anlaşılır olacak çünkü yerlerini haritada bulmak dahi zor bu yerlerin.

Mesela Van’ın İran sınırındaki Çaldıran ilçesinin köylerine gittik, Suriye sınırında Kilis köylerine de, Adıyaman Çelikhan, özellikle deprem bölgesi Osmaniye, Hatay, Kahramanmaraş köylerine, 23 ayda 22 bölgeye gidip 3227 çocukla hayal kurduk ve 1250 kadının gözlerinin içine bakarak onlarla sohbet ettik.

Kilometrelerce yürüyerek ulaştığın köyler de oldu, kardan yolu kapanan köylerde kaldığın da… Ve tüm bu zahmeti göze alarak elde ettiğin sonucun seni ne kadar mutlu ettiğini biliyorum. Birçok insanın maddi-manevi gönülden desteklediği ama iş yapmaya gelince cesaret gösteremeyeceği bir iş bu. Peki nasıl bir süreç oluyor senin açından orada?

Ben o bölgenin kadınlarının çalışıp çalışmadığı, okuma bilip bilmediği, Türkçe konuşup konuşamadığı gibi durumları öğrenip onlarla yaşadıkları sosyal kültürel sorunlar hakkında konuşuyorum. Bunları değiştirebilmek için kendilerinin neler yapabileceğini bazı filmlerle, yaşanmış hikâyelerle destekleyerek onlara farkındalık kazandırıyorum. Özellikle kız ve erkek çocuklarına eşit imkanlar sağlamaları konusunda, çocuklarının gelecekte daha mutlu bir yaşam sürebilmeleri için bugün ebeveynler olarak nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda sohbetler ediyoruz. Bu arada onları ilgi alanlarını ve becerilerini öğrenip, varsa evde yaptıklarını satışa döndürebilmeleri için fikir alışverişlerinde bulunuyor, yol gösteriyoruz.

Ve bu gezilerde kişiler de şahit olduğun olaylar gerçekten film gibi. İçlerinden çok etkileyici birkaç kadınla bizi tanıştırır mısın?

Turşucu Ülger

Kilis’in bir köyünde yaşayan Ülger’in hikayesi biz oradan dönerken tatmamız için verdiği minik bir turşu kavanozu ile başladı. Turşular o kadar güzeldi ki, ona sosyal medya üzerinden satmasını önerdik. İlk etapta biz eşimize dostumuza duyurduk. Ülger’in turşuları o kadar da lezzetli olunca kulaktan kulağa çok güzel satıldı. Ülger’in bir mesleği oldu, ürünlerini çeşitlendirdi artık salça da yapıyor. Kendi deyimiyle bir bankaya girmekten çekinirken artık bankada bir hesabı var. Yaşadığı en büyük mutluluğu ise bize şöyle anlattı: “Çocuğum okula giderken alması gereken bir şey için babasından para istedi. Babasının da üstünde yokmuş. Ben çıkarttım verdim.” Bu bizim dünyamızda önemsiz gibi görünen ama aslında o kadar büyük bir mucize ki.

Ülger şimdi direksiyon kursuna gidiyor, hedefinde kocasının arabasını kullanmak var.

Ülger’in turşularının instagram adresi burada.

Hacer ve el işleri

Osmaniye’nin Kayasuyu köyündeki Rümeysa öğretmenin önderliğinde oradaki ağaçları renkli örgülerle süsleyen Hacer ile tanıştık. Hacer’e “bize de bir şeyler örsen ya” dememizle başlayan yolculuk yine sosyal medya üzerinden satışla devam etti. Ve Hacer hayatında ilk kez kendi kazandığı para ile kendine bir altın yüzük aldı. 

Ve bu iki kadının, Hacer ve Ülger’in duruşları, yaşama bakışları değişti.

Hacer’in el işlerini sattığı instagram adresi burada.

Tüm bunları yanında bizim gittiğimiz köylerde, kaynanası göndermediği için bizim sohbetlerimize gelemeyen, uzakta çalışan kocası köy dışına çıkmasına izin vermediği için ateşli çocuğunu evde kendi imkânlarıyla iyileştirmeye çalışan kadınlar ya da bizim toplantımıza kumasıyla katılmak zorunda olan anneler, muhtardan çekindiği için kahkaha atamayan kadınlarla da tanıştık. İşte bizim mücadelemiz tam da bunun için.

İlk kez sinemaya giden köylü kadınlar

Gittiğimiz köylerdeki öğretmenlerle iletişimizi sürdürüyoruz. Bizden istedikleri bazı ihtiyaçları bize destek olmak isteyen gönüllülerle paylaşıyoruz. Bir gönüllümüz de kaybettiği eşinin adına bir hayır yapmak istediğini söyledi, o esnada da Kahramanmaraş’taki öğretmenimiz hayatlarında köyün dışına çıkmamış velilerinden oluşan bir grup kadını bir yere götürmek istediğini iletti.  Biz de o bağış yapmak isteyen gönüllümüz ile bu talebi buluşturduk. Bu veli grubu, biz pizzacıya giderek hayatlarında ilk kez pizza yediler ve yine hayatlarında ilk kez sinemaya giderek Lohusa filmini seyrettiler.  

O kadınlar için öyle bir anı oluşturduk ki… Bir kadının sinemaya gidip pizza yemesi ne kadar sıradan geliyor değil mi kulaklarınıza? Bir kez bile köyün dışına çıkmamış biri için bunun yaşattığı heyecanı, dökülen mutluluk gözyaşlarını size anlatabilmem mümkün değil. Bunun yanı sıra annesinin evden çıktığını, kendi başına bir yere gittiğini gören bir çocuğun da annesine ve hayata bakışı kesinlikle değişir buna inanıyoruz. Yine de kadınlardan bazılarının kayınvalidesi izin vermediği için bu gruba katılamadığını da üzülerek eklemek istiyorum.

Bütün bunları nasıl yapıyorsun Bu yerlere nasıl gidiyorsunuz, para kazanmadığını biliyorum ama büyük masraflar da var. Nasıl karşılanıyor bunlar?

Şu ana dek bir sponsorumuz yok, bize çok destek olmak isteyen, ben ne yapabilirim diyenler ile için bir fonlama kampanyası oluşturduk, bugüne dek o parayla gittik.

Ama yakın zamanda ya bir sponsor arayışında olacağız ya da yine bir fonlama kampanyası başlatacağız gibi duruyor. Talep çok ve biz de olabildiğince çok kadın ve çocuğa dokunmak istiyoruz.

Banu sen deprem sonrasında, bölgede oldukça aktif bir rol üstelendin. Neredeyse İstanbul’a dönmediğin aylar oldu. Orada sarılması gereken yara çok ancak özellikle kadınların durumu ile ilgili ne iletmek istersin?

Şu anda çok net söylemek istiyorum ki yapılacak en büyük destek kadınlara istihdam sağlamak. Bir şeylerle uğraşan, bir işin ucundan tutan kadınlar hayata ne kadar bağlanıp ne kadar yeniden ayağa kalkmaya çalışıyorsa, hiçbir amacı ve işi olmayan, bütün gün oturup yaşadıklarının düşünen bir kadının o kadar depresyona meyilli ve hatta minör/majör depresyon içinde. Bu sadece para kazanmaları için değil yaşama yeniden tutunmaları için de çok önemli. Üstelik yapabilecekleri, fayda yaratabilecekleri çok becerileri var. O nedenle büyükşehirlerdeki işverenlerin kadın emeğinden yararlanmaları, onarın dikiş becerileri, el sanatlarına olan yatkınlıkları, yiyecek gıda konusundaki hünerlerinin desteklenmesi çok önemli. Bu hem kadınlar hem de onların gözlerinin içine  bakan çocuklarına çok büyük fayda sağlayacaktır.

Peki hep kırsaldan bahsettik. Büyükşehirde sorun yok mu?

Maalesef şöyle bir araştırma var ki; gördüğü şiddet karşısında her on kadından yedisi susuyor. Ve maalesef eğitimli, mevki sahibi kadınlar da bu rakamların içinde. Kazandığı parayı direk eşine vererek ya da eşinin özgürce para harcamasını engellemesi sayesinde ekonomik şiddet gören kadın çok. Fiziksel şiddet zaten sosyo ekonomik, kültürel duruma bakmıyor, Türkiye’nin kadınlarının kanayan yarası bu. Bunun yanında psikolojik ve cinsel şiddet de özellikle eğitim seviyesi “yüksek” olan gruplarda çok fazla görülüyor, yani tüm bu konuştuğumuz konular şiddetinin derecesi değişse de maalesef her yerde.

Dünya çok çetin savaşlar veriyor. İnsanlık olarak hiç olmadığımız kadar akılcı davranmalı, çalışmalıyız. Buna enerjimizi harcayacağımız yerde kadın erkek ayrımı yapmak sadece işimizi zorlaştırıyor. Bu nedenle de toplumsal cinsiyet eşitliği çok önemli. Bu bir kadın erkek sorunu değil. Bu bir insanlık problemidir.

More from Deniz Çakmakçı
KIKO MILANO’NUN YENİ KOLEKSİYONU “BLUE ME” İLE TANIŞTIK!
Bu ay Güzellik Yayında’dan sizlere sürdürülebilirlik konusuna sunabileceğimiz katkıların neler olabileceğinden yola...
Read More
Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir