Cellest Estetik Cerrahi ve Kök Hücre Tedavi Merkezi’nde, özellikle ameliyatsız yüz germe teknikleri üzerinde çalışan Uzman Doktor Betül Şengör’e 40’lı yaşlara merhaba demeye hazırlanan bir editörün sorduğu naif soruları merak ediyorsanız satırlar arasında gezinmeye devam edin.
Sizce neden tüm kadınlar birbirine benziyor?
Bir noktada artık duramıyorlar bence. Yaş ilerliyor, tabii ben kendine bakanlardan söz ediyorum… Kendine bakan bir kadının ‘neyi kaybediyorum da ben hala kendimi iyi hissetmiyorum’ dediği şey, genelde alt yüzdür. Üst tarafa dolgu yaptığınız için üst taraf iyiye gitti demek de değil bu, yanlış anlaşılmasın, orada da duramamış olanlar var, onlarda da yanak şiştikçe gözler küçülüyor. Bu sefer kaşlarının ucunu nasıl yükseltecek, gözlerini yeniden nasıl büyütecek derdine düşüyor…
Bu yeni nesil robotik kadınlarda sizi en çok rahatsız eden bölge neresi?
Alt yüz. Alt yüz hareket etmiyor, yumuşak dokuyu tamamen kaybetmiş… Çenesini oynatamıyor kadınlar! Onun sebebi de şu; dudağın altına inen bir çizgi var, marionette dediğimiz. O, bir kat aslında, bir sonuç… Yani yüzü genel olarak aşağıda ve üzgün gösteren bir görüntü ama bir kırışıklık değil o. O kısmın çerçevesini çok doldurmayacaksın. Fazla kaçırırsan kocaman bir çene oluşuyor. Normalde dar olan, feminen olan bir oranı genişletiyorsun… Sonra al sana, korkunç bir çene, ablak bir ifade… Jawline adı altında, herkes doğru oranı kaybetti. Dolgularda geldiğimiz nokta sadece şiş yanak değil artık, büyük çene.
E o zaman evdeki hesap çarşıya uymuyor, bir matematik sorunu mu var ortada?
Ona tam matematik demeyelim, ben agresif kimlikli biri değilim ama sözümü de esirgemem. Hastam bile cadı yanım var diye düşünür bazen. Şu bir gerçek, bir oranımız, bir anatomimiz var. Bu anatomi, belirli çizgilerde matematiksel olarak var ama en önemlisi benim baktığım yerden karşı tarafa bakarken o fizyolojiyi unutmamak. Yani burada, hekimin görgüsü devreye girmeli. ‘Sen burada hırsından delirsen de ben o çeneyi yapmayacağım sana’ diyebilmeliyiz bizler. Hastanın kendini durduramaması konusunu hekim yönetmeli. Ama biliyor musunuz, Türkiye’de biz hekimler bile berbat görünüyoruz, doğaldan çok uzaktayız bence.
Botox’un sizin için bir demirbaş olduğunu söylüyorsunuz, neden?
Aspirin nasıl ödüllü bir ilaçsa, botox da kas gevşetici olarak Nobel’den ödül alabilir bence. Kas gevşetici yönüyle botox, migrende çok etkili mesela… Saçın içine, özellikle saçlı dokuya yapıyoruz ki kafa derisi gevşesin, kan dolaşımı artsın. Uyguladığım hastalarımda görüyorum ki dolaşım iyi olunca, saç köklerinin emilim gücü artıyor, saçlar daha sağlıklı görünüyor, ‘saçlarım uzamaya başladı’ diyen bile oluyor.
Botox uygulanan bir yüzde, cilt de aynı pozitif etkiyi görüyor mu?
Kesinlikle. Yüze uyguladığımız botoxta da aynı şeyi yaşıyoruz. Cilde sürülen ürünler, dolaşım hızlandığı için daha çok emiliyor. Sonra mesela şaşılıkta, göz içe bakıyor, resmen göz küresini çekiyor içe, onu gevşet, ortaya geliyor göz… Doğru kullanıldığında, mucize gibi bir müdahale. Tedaviyi doğru yönetmek önemli ama. Boyun bölgesinde de kullanıyorum botoxu. Yer çekimi hep aşağı çekiyor, hele ki spor yapan biriyseniz plank hareketlerinde, mekiklerde… boyun kasları devreye giriyor. O kaslar gereğinden fazla aktive olduğunda, lif lif sarkıyorsun… Boyun bölgesinde minik minik, homojen dokunuşlarla çalışırsan yüz yukarı gidiyor, boyun da serbest kalıyor. Bu şekilde double chin’i yani gıdıyı bile önleyebilirsin.
Peki ortalıkta hayretler içinde dolaşan ya da gülümsemesi donmuş kadınlar ve doktorları neyi yanlış yapıyorlar?
Güldüğünde kaz ayağın oluşuyor mu? Bu soru tabii ki sorulur. Ama önemli olan nereden itibaren olduğudur. Kaz ayağın göz çizgisinin dışında mı? Eğer kaz ayağın göz kapağına yakınsa botoxluk değilsin zaten. Ve eğer ihtiyaç yokken botox yaparsan gülüşün donar. Alın bölgesi de önemlidir, alında hareketi botox yaparak koruyamazsın, alın bölgesine hiç girmezsen bu sefer de çizgilerin derinleşmesi ihtimaliyle karşı karşıya kalırsın. Alında çok noktayla, homojen çalışmak önemli. O zaman hastan şaşkın şaşkın bakmaz etrafa. Mesela hep bu cümleyi duyarım, ‘kaşlarım biraz yükselsin’. Tamam yükselsin ama nasıl? Jack Nicholson gibi yükselmesin mesela…
Boyun, siz bunları anlatana kadar pek düşündüğüm bir bölge değildi mesela… Sanırım çoğu kadın, onu biraz ihmal ediyor. Ya da önemini geç anlıyor diyelim…
Ben 45’e gireceğim üç ay sonra, 35 yaşından daha iyi durumda boynum. Çünkü liflerime minik botox dokunuşlarını 38’de yapmaya başladım. Boynu da aynı yüz gibi cömert bir şekilde bol bol nemlendirmek lazım tabii, bakın dermatolog yanım devreye girdi hemen.
Botox kaç yaşında başlamalı?
Botox erken yapılmalı, bu da net. 20 yaşa FDA (Food and Drug Administration) onay veriyor. Glabella’nın, yani kaş ortasının yaşı 20’dir. Neden? Çünkü migrenin geliş noktası sinüs bölgesi. E migren genelde öğrencilik yıllarında başlıyor, kaş çatmak da öyle keza… Artı o bölgenin kasları kalın, dolayısıyla yüksek doza ihtiyaç duyulan bir yer, ama erken yaşta başlarsanız dozun da yüksek olması gerekmiyor.
Dünyada güzel yaşlanan kadın örneklerine bakınca, akla ilk olarak Gwyneth Paltrow geliyor. Bir yandan yüzünüze bir şeyler yaptırmaya devam edip bir yandan kıvamında kırışabilir misiniz?
Gwyneth Paltrow bence bugün, bundan on sene önceye göre çok daha iyi görünüyor. Aynı listeye Jennifer Aniston’ı da koyarım. Çünkü bence eksik olanı yerine koyuyorlar. Eksiği yerine koymak, asla doz aşımına gitmemek demek. 40’lı yaşlar eksiği yerine koyma dönemidir. Nedir eksilen? Daha çok menopoza yaklaşırsın, östrojenik etkinin kolajenle ilişkisi çok büyük, hücrenin içine su girebiliyorsa östrojenin en yüksek olduğu dönemde, yani üremenin de en aktif olduğu dönemde giriyor. O biraz azaldığında ciltte dalgalanma başlıyor. 40’lı yaşlarda en büyük amaç hücreyi, kolajen üretmesi için uyarmak olmalı. Gidip ultrasonik ses dalgasıyla dokuyu travmatize etmeyeceksin o yaşta. Thermage’lar, Titan’lar, derin radyofrekanslarla girmeyeceksin oyuna. Onlar için henüz erken. Onları kaybedecek hiçbir şeyinin kalmadığı yaşlara saklayacaksın. Şimdilik, daha yüzeysel uyarıları tercih edeceksin.
Kimyasal peeling deyip soru işareti koyacağım korka korka…
Kimyasal peeling külliyen yapma bir kere, nokta koy yani, yasak. Milk Peel, Soft Peel yok. Çünkü orada kontrolün yok, kimyasal o. Kontrollü travma yarat, mikroskopik uyarılar yap, iğneleme yap. Mesela Dermaroller cildini haşat ediyorsa, çiziyorsa yapma, çizersen güneş diye bir faktör var, leke bırakır. Scarlet’le kabuk tutacak yaralar yapılmasına da karşıyım, yüzeysel çalışmak lazım.
Demin bahsettiğimiz güzellikle kırışan kadınlardan, yani Gwyneth Paltrow’lardan sizin hastalarınız içinde de var mı?
Elbette. Bir hastam var, arkadaşları ona ‘yüzünde hala kırışan yerler var’ diyormuş. Güldüğünde ortaya çıkan kırışıklardan bahsediyorlar. Ben o kırışıklığı botoxla açarsam bu hatunun gülüşü kapalı olacak, dokunamam. Diyorum ki cevaben, buradaki kırışıklık geçmişte bu kadar derin değildi, ne değişti? Burada bir doku kaybı var. Peki orayı şişirmeden doku kaybı yönetilir mi? Çekerek yönetirsin. Saçına yakın yere hiyalüronik asit dolgu koyarak oradaki derin kırışıklığın hafifçe çekilmesini, güldüğünde daha az derinlikte belli olmasını sağlarsın. Böylece yüze önden bakıldığında şişmiş görünmez.
Jelibon yiyerek kolajen takviyesi almaya çalışan kadınlardan da bahsedelim haydi. Ne diyorsunuz bu işe?
Kolajenin yapı taşı aminoasit. Aminoasitleri de bizler protein olarak tanırız. Proteini sağlıklı etten ve bazı bakliyatlardan alabiliriz. Cildin kolajenine giden aminoasiti alabildiğimiz yegane besin, ilik, paça, çorbalar… Eski reçeteler yani. Jelatinden alıyorsun kolajeni, jelibon yiyerek olmaz. Jelibon, şeker. Canan Karatay’ı tutarım ve severim. Karatay, dozunda kuyruk yağı bile önermiş birisidir. Ama sen gidip de bir kapsülden altı adet birden içersen, vücudundaki başka dengeleri bozabilirsin.
Anti-aging yani yaşlanma karşıtı tedavilerde en önemli nokta nedir?
Yaşam biçimine göre ilerlemektir. Bu işe koca bir paket gibi bakmak lazım, nokta atışıyla çıkmayacaksın klinikten. Uzun vadeli düşüneceksin. Birlikte düşüneceğiz.
Diyelim ki cildine yatırım yapan birisin, sağlıklı besleniyorsun, spor yapıyorsun ama mesela su içmiyorsun. Ne olur o zaman?
Eğer yeterince su içmezsen ne yaparsan yap, cildin dalgalanır. Kural 1, su içilecek! Hiyalüronik jel mi kullandık, e sen su içmeyince jel orada kaskatı kalıyor. Eşim, Kulak Burun Boğaz doktoru. Bir arkadaşıyla ameliyata girmiş, deriyi açmışlar, ‘burundaki jelleri kürekle döktük’ diyor. Kolajen, burun dokusunda sıkışıp kalmış. Ben burun dolgusu yapmam mesela, Tunç’a (Tunç Tiryaki) gönderirim. Burundaki dolaşımı çok korkutucu buluyorum, güvenmediğim sulara girmem.
Bir hasta sizin karşınıza ilk olarak oturduğunda hangi sorularla karşılaşır?
Hastalarla algoritmik bir sıram var, önce yaşını sorarım, doğum yapıp yapmamış olması önemli, konu hakkında rahatsa açık açık konuşuruz, değilse o bilgiyi çaktırmadan alırım ben, duygusal bir hassasiyeti tetiklemek istemem. Stres, önemli bir nokta. Stresli kişilerde lekelenme daha fazla olur. Kortizon, vücutta su tutar, benim için rezalet bir durum, onu mutlaka öğrenirim. Hangi bakım ürünlerini kullandığını sorarım, ürünlerini doğru kullanıyor mu?
Peki ya esas soru?
Botoxu neden istiyor? Hedefi ve asıl beklentisi ne? Bu süreci nasıl yönetecek? Bunlar en önemli sorularımdır, cevaplarını da kesinlikle almak isterim. Tombikse, glikasyon mevcutsa, onu da yönetmeliyim çünkü şekerlenme cildin, daha doğrusu tüm sağlıklı yaşlanma sürecinin en büyük düşmanı. Vücut ve cilt akışta, dolaşımda kalmalı. Adı üstünde gluteni, yani ”glue”yu, yapışkan besinleri içeri aldığın anda, bağırsağın tüm emilim sürecini durduruyorsun.
Siz hiç gluten tüketmiyor musunuz mesela?
Pazar günleri pislik günüm. Kendime o izni veriyorum çünkü eğer hiç kaçamak yapmazsam korkunç strese sokuyor bu durum beni, o da kötü. Ayda en az bir pazar açma, kruvasan, simit, pişi… hepsinden minik minik yerim. Öncesinde yumurtayla başlayıp toklaşırım, sonra onlardan tadımlık yerim. Ve o kadar mutlu oluyorum ki! Beyaz ekmekle yapılmış yumurtalı ekmek mesela… o kadar manyak yemek fantazilerim oluyor ki.
SPF, nam-ı diğer güneşten korunma… Bir efsane mi yoksa bazılarımızın inkar ettiği bir hakikat mi?
Bizim jenerasyon güneş korumayla çok geç tanıştı. Bugün, bana gelen hastalarda, özellikle 35’le 55 yaş arasında, güneşin etkilerini görüyorum. Lekesi, sarkması, kırışıklığı… hepsi güneşten. Yüzü, boynu, dekolteyi ve elleri koruyup, vücudun geri kalanını çok iyi nemlendirmek şartıyla güneşe çıkılabilir. Yara iyileşme hızı yaşla birlikte yavaşladıkça, cilt güneşin hasarlarını onaramaz hale geliyor. Güneş öyle bir kaynak ki, hem faydalanmak hem de korunmak lazım, zor bir iş. Yüz, dekolte ve eller korunacak, kesin bilgi, kesin kural.
Şu yağ VS krem konusuna da bir açıklık getirelim mi? Örneğin ben yağlara ve balsamlara bayılıyorum ama siz, bu konudaki fikrimi değiştirdiniz…
Burada önemli nokta, gözeneklerin açık olup olmaması.
Eğer gözenek kendi başına yağı dışarı çıkarabiliyorsa, açık demektir. Gözenek, zaten yağın çıktığı yer. Vücut, gözeneği açtıysa yağ çıkışı vardır. Yağ çıktığı için de gözenek açıktır. Biraz tavuk ve yumurta durumu var orada…. Eğer gözenek açıksa yağ sürmenin manası yok.
Kriter, gözenek olmalı. Ama bu durum, Haşimato gibi otoimün tiroid hastalıklarında çok ters köşedir. Gözenek açıktır, cilt anormal nemsizdir. Yağ üretimi vardır, ama cilt susuzluk yüzünden yağ üretir. Böyle bir durumda bambaşka tedavilere gidilmeli zaten.
Cilt, vücudumuzun aynası. Sizin kitabınızın da sloganıydı bu. Cildi etkileyen faktörleri şöyle bir sıralarsak nelerle karşılaşırız?
Yaş önemlidir ama yaşamsal yaş daha da önemlidir. Yaştan sonra hormonal dengeler gelir. Üçüncü faktör de uyku, iştah ve tabii ki sindirimdir.
Benim gibi botoxtan boşuna kaçan başka insanlar da vardır eminim, onlara ne söylemek istersiniz?
Botox’tan korkmanıza gerek yok, bir toksin olsa da… Botox bir toksin ya, vegan da kaçtı, yogi de kaçtı, organik sevdalısı da kaçtı… Kaçan kaçtı, ama sonra yaşlandığını gördü. Mimiklerin yarattığı çizgiler derinleşince, soluğu klinikte aldı. Önemli olan doğru hekimle ve doğru yönlendirmeyle buluşabilmeniz.