Dünya Okyanus Günü’nde Mavilere Yolculuk…

Bu röportajın yayına alındığı gün 8 Haziran. Yani “Dünya Okyanus Günü”. Bugün tüm dünyada okyanus ve denizlerin, karbonların emilmesinde, iklim değişikliği ile mücadelede, güneş enerjisinin dağıtımında stratejik rolleri bulunduğu gerçeği vurgulanıyor. İnsan varlığının devamı için deniz ve okyanusların önemli rolünü ön plana çıkartan bir gün olarak tüm dünyada kutlanıyor.

Biz de bu özel günde “Doğanın tekrar eski haline döneceğine inanmak istiyorum” diyen bir deniz tutkunu ve ünvanlarını saymakla bitiremeyeceğimiz bir bilim insanı olan Mert Gökalp ile konuştuk. Gelin yazın kapımızda olduğu bu günlerde ilk tatilimizi başka bir dünyaya yapalım.

“Başka bir dünya mümkün mü bilmem ama o maviliğin altında bambaşka bir dünya olduğu kesin.”

Mert Gökalp
  • Sizi bilen, tanıyan birçok isim olsa da henüz tanışma fırsatı olmayanlar için bize ‘Mert Gökalp’ kimdir anlatabilir misiniz?

Küçüklüğümde 6-7 yaşlarında eline zıpkın verilen ve git avla denilen bir çocuktum. Denize olan sevdam öyle başladı… Daha sonra özellikle Bodrum’da yazlık alındıktan sonra günde 6-7 saat denizden çıkmayan, annemi ölesiye merakta bırakan, geceleri de dalışa devam eden bir gençliğim oldu. Üniversite döneminde batıkları inceleyen insanların araştırma yazılarının yayımlandığı  ODTÜ Su Altı Topluluğu’na girme hayali kurarken, 1996 senesinde bu topluluğa giren otuz gençten birisi oldum ve beş sene boyunca o topluluğun içinde kaldım. O sırada mühendislik okuyordum ancak anladım ki denizlerle alakalı bir şey yapmam gerekiyordu. Ve üçüncü sınıftayken bir gün ‘Neden Okyanus Bilimcisi olmuyorsunuz?’ diye bir yazı gördüm ve neden olmasın dedim… Mezuniyetimin ardından master ve doktora çalışmaların sonrasında da hayatıma deniz biyoloğu olarak hayatıma devam ettim. Bunlarla eş zamanlı olarak doğaya, sanata ve görselliğe olan ilgimden ötürü yaptığım amatör fotoğrafçılığı/kameramanlığı da profesyonelliğe dönüştürdüm. Hayatımdaki deniz sevgisi, bilim tarafı, fotoğrafçılık, görsellik, kamera, yönetmenlik bir şekilde ayrı ayrı ilerleyen kulvarlar iken, bir noktada birleşti.

  • Ben Mert Gökalp ismi ile ‘Lüfer’ belgeseli aracılığı ile tanışmıştım. Şöyle biraz göz atayım diye uyku öncesi başladığım belgesele kendimi kaptırmış, bitirmeden uykuya geçememiştim. Emeklerinize sağlık. Peki belgeselleriniz ‘Lüfer’, ‘Orfoz’ ve ‘İstilacılar’ı çekme kararını nasıl aldınız?

İlk belgeselim Lüfer olsa da ilk yola çıkışım Orfoz içindi… Elimde iyi bir kamera vardı ve Kaş’a gittiğimde her fırsatta sürekli çekim yapıyordum. Bu esnada gündemde Orfoz tartışmaları vardı, WWF bu tartışmalara büyük destek oldu ve Orfoz avının yasaklanması, geri çekilmesi gibi bir süreç yaşandı. Ben de tüm bu süreci görüntüledim. O dönemde eş zamanlı olarak Lüfer ile ilgili de kampanyalar, kaçak avlanmaya karşı aksiyonlar da başlamıştı. Bu kampanyayı desteklemem gerektiğini düşünerek çekimlere başladım. Yaklaşık 100 günde çektiklerimiz ve yurtdışından gelen görüntülerle birlikte yaklaşık 700 saatlik çekime ulaştık. Bu kadar devasa boyuttaki arşivin kurgu sürecini yaklaşık bir senede tamamladık., Lüfer’i yayına aldık. Ardından da Orfoz’u tamamladık.

İstilacılar ise tamamen Lüfer’in ve Orfoz’un başarısından sonra destek alarak tamamladığımız bir belgesel oldu.  Böylece Akdeniz ile alakalı birbirini takip eden 3 belgesel tamamlanmış oldu.

  • Belgesellerin yanı sıra bir de ‘İstanbul’un Deniz Canlıları’ adlı kitabınız var.  Neler var bu kitabınızın içinde?

İçinde tarih, bugün, deniz canlıları ve onların dünyasının fotoğrafları var.  İstanbul’un 8800 senelik deniz ile olan birlikteliğini mağara döneminden başlayarak, Antik Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemini anlattığımız tarih bölümü ile İstanbul çevresinde, Karadeniz kıyılarında yer alan deniz canlıları bölümü var. Benim için müthiş bir arşiv, miras diyebilirim.

  • Bize biraz İstanbul Boğazı’nın trafiğini anlatabilir misiniz?

Binlerce sene öncesine gittiğimizde müthiş bir bereketin olduğu ve balıkların göç ettiği, Marmara’dan Karadeniz’e girdiği ve tekrar Marmara’ya geri döndüğü bir deniz. İstanbul’a müthiş besin sağlayan bir kaynak… Çünkü olağanüstü bir akıntı var.  Karadeniz’in az, Akdeniz’in ise çok tuzlu denizi var. Boğazdaki bu akıntı Karadeniz’i tuzu ile Akdeniz’i de bereketi ile besliyor. Ancak günümüzde kirlenen derelerle birlikte ne yazık ki Karadeniz Akdeniz’e kirlilik taşıyan bir deniz oldu. Her şeye rağmen akıntılar devam ediyor ve göç balıkları da İstanbul Boğazı’ndan akmaya devam ediyorlar. Ta ki biz onları yok edene kadar da devam edecek…

  • Röportaj sorularını hazırlarken ‘Türk avcıdan itiraf; Moritanya’da da balığı bitirdik’ başlığı ile önüme bir haber düştü. Neden yapıyoruz biz bunu?

Çünkü balık avlamak için çok büyük gemiler icat ettik ve kıyılarımızdaki balıklar o kadar büyük gemileri doldurmaya yetmiyor. O gemiler de açık denizlerde olması gereken gemiler oldukları için ait oldukları yere gittiler ancak orada da talan yaratan tarzda avlanıyorlar. Ve dünya okyanusundaki balıklar dahi bu gemiler için yeterli değil. Ve ne yazık ki bunu sadece biz yapmıyoruz, gelişmiş dediğimiz ülkelerin çoğu yapıyor.

  • Son sorum ise son kısa filminiz ‘Mancorna’dan. Niko ‘Doğanın tekrar eski haline döneceğine inanıyorum’ diyor. Peki siz buna inanıyor musunuz?

İnanmak istiyorum çünkü inanmazsam ben bu yaptıklarımı yapmaya devam edemem.

Written By
More from Özlem Girgin
Şarap Ve Dans Tutkunu Bir İş Kadını; Sibel Kutman Oral
Çocukluğundan bu yana hayatı üzüm bağlarında ve şarap üretiminin içerisinde geçmiş, Porto...
Read More
Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir