Bilinenler, bilinmeyenler, yanlış bilinenler…
Bizi mutlu eden, bize enerji veren ve ışığı altında her şeyin daha güzel göründüğü güneşin bizim için aslında çok da zararlı olduğunu biliyoruz değil mi? Biliyoruz ama yine de ona toz kondurmak, ondan uzak kalmak istemiyoruz. Sadece yazın, o da öğle saatlerinde tehlikeli olduğunu düşündüğümüz güneş, ne yazık ki yılın her günü cildimizin en büyük düşmanlarından biri ve onunla ilişkimizde aramızda hep bir kalkan olmalı: SPF. Korunmamız gerektiğini bilsek bile piyasada tonlarca ürün ve ürünlerin üzerinde de bir sürü farklı bilgi olunca işin içinden çıkmak iyice zorlaşıyor. Gelin, tüm kafa karıştıran detaylarıyla SPF konusunu masaya yatıralım!
Editör: Begüm Güzel Güngör (@mind.on.beauty)
Güneşin bana ne zararı var?
Dünyaya ulaşmayı başaran UVA ve UVB ışınları cildimize temas ettiğinde, sanılanın aksine yalnızca güneş yanığına sebep olmuyorlar. Bizi yakan UVB (“burning” diye hatırlayabilirsiniz) ışınları, kısa dalgaboyu ve yüksek enerjiye sahip. UVA (“aging”) ışınları ise daha düşük enerjiye, fakat uzun dalgaboyuna sahip. Bu ne demek? Yani UVB ışınları çoğunlukla epidermis tabakasından geçip bazal tabakada duruyor, ama UVA ışınları burayı da geçip aşağıdaki dermise kadar iniyor ve cilde daha uzun vadeli hasar veriyor. Bu ışınların her ikisi de cilt kanseri riskini artırıyor.
Cildin alt katmanlarına inen UV ışınları, reaktif oksijen türleri olarak da bilinen “serbest radikalleri” açığa çıkarıyor ve tekrar tekrar güneşe maruz kalma sonucunda bunlar, tabiri caizse bir taramalı tüfek saldırısıyla sağlıklı hücrelerimize hasar vermeye, derinin yapıtaşları olan kolajen, elastin, hyalüronik asit (HA)… önlerine çıkan ne varsa parçalamaya başlıyor. Serbest radikaller ayrıca DNA’yı değiştirip nihayetinde cilt kanserine de yol açabiliyor. Ta ki biri onları durdurmak için kendini feda edene dek: antioksidanlar.
Kolajen, elastin ve HA parçalanınca ne oluyor? Tıpkı eskimiş bir yaylı yatağın bozulması gibi, cilt yüzeyi de bozuluyor; girintiler, çıkıntılar, çöküntüler, renk bozuklukları, doku bozuklukları ortaya çıkıyor. Üstelik vücudumuz ergenlikten sonra elastin üretmeyi bırakıyor ve kolajen seviyemiz de 25 yaşından sonra her yıl ortalama %1 azalıyorken, zaten sınırlı olan kaynaklarımızı bir de güneşe feda ediyoruz kısacası.
Bunu şöyle hayal edebilirsiniz: Bir ev aldınız. Her gün süsleyip püslüyor, güzel görünsün diye çabalıyorsunuz, içine yeni eşyalar koyuyorsunuz, ama sabah bir kalkıyorsunuz yarısı gitmiş, ev darmadağın. Hemen alarmlar taktırıyorsunuz, güvenlik önlemleri alıyorsunuz, ama olmuyor, çünkü unuttuğunuz bir şey var: Kapıyı kapatmıyorsunuz ki! En başından kapıyı kapatıp kilitlemek daha mantıklı değil mi?
Neden güneş kremi kullanmalıyım?
İşte burada devreye güneş koruyucu ürünler, yani SPF (güneş koruma faktörü) giriyor. Güçlü ve stabil filtrelerle, doğru formüle edilmiş güneş kremleri zararlı UV ışınlarının büyük kısmının vücudumuza ulaşmasını engelliyor. Çalışma mekanizmasına göre bu enerjiyi emip daha zararsız olan ısı enerjisine dönüştürerek ve bir kısmını yansıtarak bizi serbest radikal hasarından ve güneş yanığından koruyorlar ama ASLA %100 değil. Etkin korunma için bunu şapka, güneş gözlüğü, koruyucu filtreli kıyafetlerle desteklemek ve gölgede kalarak, doğrudan uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmaktan kaçınmak gerekiyor.
Güneşten korunma konusundaki en büyük yanılgılardan biri de, güneş kremi sürdükten sonra artık hiçbir tehlike olmadan güneşlenilebileceği algısı. Ne yazık ki böyle bir şey yok, “sağlıklı bronzlaşma” diye bir şey söz konusu değil. Bizim bronzlaşmak diye tabir ettiğimiz şey, derimizin, güneşten aldığı hasarı engelleyebilmek ve kendini koruyabilmek için aşırı şekilde melanin salgılayıp alt katmanlardan yüzeye göndermesidir. Güneş hasarı kümülatif olduğu için de, üzerine ne kadar çok hasar alınırsa o kadar çok melanin üretilir, yani ten o kadar koyulaşır. Açık tenli kişilerde ise melanin üretimi daha düşük olduğu için bronzlaşma görülmez, cilt aldığı hasarla kızarıp hassaslaşır.
Bilimsel çalışmalar, çocukluk döneminde ciddi güneş yanığı vakası geçiren kişilerde, sonraki dönemlerde melanoma gelişmesi riskinin arttığını gösteriyor. İlerleyen yaşlarımızda ortaya çıkan pigmentasyon problemlerinin kaynağının da özellikle ilk 20 yılımızda aldığımız güneş hasarından kaynaklandığını unutmayalım. Derimizin muazzam bir hafızası vardır ve aldığı hasarı asla unutmaz, onu güneşe maruz bıraktığınız her anı kara defterine kaydeder.
Bu nedenle çocuklarda ilk 6 ay güneşten kaçınma ve koruyucu kıyafetlerle koruma önerilirken, 6 aydan itibaren bunlara ilaveten aktif şekilde güneş koruyucu ile korunma tavsiye ediliyor.
Antioksidanlar
Antioksidanlar, “serbest radikallerin” arayışta olduğu elektronları onlara vererek bu saldırıyı bertaraf ederler ve cildimizin daha fazla hasar almasına engel olurlar. Bu nedenle cilt bakımı rutinimizin antioksidanlar içermesi çok önemli. Bunları C vitamini serumu gibi ayrı bir ürün olarak kullanabileceğimiz gibi, güneş kremlerimizin ve diğer ürünlerimizin içeriğinde bulunmasına dikkat edip bu sayede de cildimize uygulayabiliriz. Araştırmalara göre özellikle C vitamini serumunun sabahları güneş kremi öncesinde uygulanması, adeta bir kalkan etkisi sağlıyor. Birçok “anti-aging” etiketli ürünün içeriğinde de, cildi serbest radikal hasarından koruyup “genç tuttuğu” için antioksidanlar bulunuyor.
D vitamini sorunsalı
Güneşin zararından ve ondan korunmaktan bahsedildiği an akla ne gelir? Tabii ki D vitamini. D vitamini vücudumuz, özellikle de bağışıklık sistemi ve kemiklerimiz için çok önemli bir vitamin ve onu ancak UVB ışınlarına maruz kaldığımızda sentezleyebiliyoruz. Bu nedenle doktorlar dahil olmak üzere birçok kişinin D vitamini için korumasız güneşe çıkmayı önerdiğini görebiliriz. Ancak burada yanlış yorumlanan bir nokta var: günlük D vitamini ihtiyacını karşılamak için, yaşanılan enleme ve tene göre farklılıklar göstermekle birlikte, ortalama 15-20 dk UVB ışınlarına maruz kalmak yeterli; o seviyeye ulaştıktan sonra fazlası sentezlenmiyor. O yüzden D vitamini lazım diye bütün gün şezlonga yatmaya ya da saatlerce korumasız gezmeye gerek yok.
Diğer yandan bugün biliyoruz ki zaten ne kadar güneş kremi sürersek sürelim belli miktar UVA ve UVB ışını vücudumuza erişiyor, güneş kremi kullanılmasının doğrudan D vitamini eksikliği yarattığına dair de kapsamlı bir bilimsel çalışma yok. Bunun başka fizyolojik faktörleri de olabiliyor; yoksa Ekvator’a çok yakın bölgelerde bile D vitamini eksikliği yaygın olmazdı, değil mi? Üstelik D vitamini dışarıdan takviyelerle de alınabiliyor. Amerikan Dermatoloji Derneği de bu konuda açıklama yaparak insanların kendilerini cilt kanseri riskine atmadan vitamin takviyesi yapabileceklerini söyledi.
Ne zaman kullanmalı?
Her gün güneş doğuyor ve dünyamızı aydınlatıyor, değil mi? Hava her ne kadar kapalı, soğuk, yağışlı olsa da güneş orada, yerinde duruyor. Sanılanın aksine bulutlar UV ışınlarının çok azının dünyaya ulaşmasını engelliyor. Bu yüzden öyle yazdan yaza, o da tatile gittiysek değil; mevsimlerden hangisi, hava durumu ne olursa olsun mutlaka her gün güneş kremi kullanarak güneş hasarından korunmamız gerekiyor. Üstelik biz evde oturduğumuzda da Güneş bir yere gitmiyor, UVA ışınları camdan içeri de giriyor ve gün içinde etkisi değişmiyor. Yani evdeyken de güneş kremimizi ihmal etmiyoruz. Hayatımız boyunca aldığımız güneş hasarının yaklaşık %80’ini tatilde, plajda değil de gündelik hayatımızda oradan oraya giderken, dışarıda gezerken, cam önünde otururken aldığımızı biliyor musunuz?
Ayrıca, “güneş kremini ne zaman sürmem lazım, ne zaman sürmesem de olur?” diye düşünmek, sağlıklı bir SPF kullanım alışkanlığı kazanmamıza engel oluyor. Bahaneler yerine, kendimizi emniyete almayı önceliklendirmeliyiz.
Cilt bakımı gurusu Caroline Hirons’ın sevdiğim bir lafını hatırlayalım: Bir şey okumak için ışığa ihtiyacınız yoksa, o zaman SPF’e ihtiyacınız var demektir.
Hangi özellikler önemli?
Güneş kreminin üzerindeki SPF derecesi, ürünün sizi UVB ışınlarından koruma gücünü gösterir. Eskiden UVA ışınlarının zararlı etkisi çok bilinmiyordu ve ürünlerde sadece SPF koruması vardı. Araştırmalar UVA ışınlarının güneş yanığında daha düşük etkisi olsa da uzun vadeli güneş hasarında çok etkili olduğunu gösterince, ürünlere UVA filtreleri de eklendi, ama piyasada hala sadece UVB koruması sağlayan ürünler var.
Sağlam bir koruma için alacağınız ürünün hem UVA hem UVB ışınlarından koruması lazım. Bunu anlamak için ürünün menşeine göre etiket özelliklerini bilmek gerekiyor:
- ABD-Kanada bölgesinde bunu, ürünün üzerindeki “UVA+UVB – Broad Spectrum” ibaresinden anlıyoruz. Bu, aslında bize UVA korumasının gücüyle ilgili çok net bir bilgi vermiyor ama yeni bir etiketleme üzerinde çalışılıyor.
- Asya ürünlerinde PA derecelendirmesi var; PA+’dan PA++++’a kadar gidiyor. En az PA++, tercihen PA++++ ürün seçilmeli.
- Avrupa’da UVA logosu kullanılıyor ve AB regülasyonlarına göre UVA korumasının SPF derecesinin en az 1/3’ü olması gerekiyor. Bazı ürünlerde yüzdesel olarak da UVA koruması belirtiliyor.