Yorumlarına inandığımız, kalemine bayıldığımız, Xoxo The Mag ‘in güzellik editörü Ayşecan İpek, bakın neler anlattı. Öğrenirken eğlenme garanti.
Bir güzellik editörünün dolabının onun mutlaka kullanacağı ürünlerle dolup taştığını sananlardansanız orada bir durun ve şuradan buyurun…
Teknoloji sayesinde önümüze ultra-sofistike detaylarla bezeli, komplike ürünler süren güzellik dünyası, aynı zamanda bir lansman cenneti. Bendeniz her şeyi ancak merakımı gerçekten cezbettiğinde incelemeye meyilli bir insan olduğumdan bu organizasyonlar konusunda bir hayli çekimserim. Bir de şu mesele var: Son iki senedir cilt bakımının vazgeçilmezi kabul edilen krem ve losyonlar söz konusu olduğunda içimde sakin sakin uyuyan o alaycı canavar göz kırparak uyanıyor ve müstehzi bir gülücük fırlatıyor: ‘Çok pardon ama krem de neymiş?’
Yağlarla aramdaki tutkulu aşk bundan üç yaz önce trikotillomani sayesinde başladı. “Trikotillomani”yi aynı benim yaptığım gibi bir “Missoni” tiryakiliği, bir “triko-mania” sananlarınız olacaktır. Oysa ki dış güzelliğe ciddi darbeler vurmaya meyilli bir hastalık/alışkanlık kendisi: insanın tel tel ya da tutam tutam saç kopardığı bir hastalık. Muhabbeti uzun bu konuya fazla dalmadan yağlara dönecek olursam… Alaçatı pazarında güzel bir yaz günü karşıma çıkan, erken hasat, yeşil renkte, kaliteli zeytinyağını duş sonrası vücuduma sürmekle yetinmedim, ara boyu bir türlü terk edemeyen saçlarımı beslemek ve şekillendirmek için de kullanmaya başladım. Bu ilk yağ seansım, her genç kızın yaşamasını dileyeceğim türden, ultra-sağlıklı, güzel sonuçlar veren, tek taşla binlerce kuşa dokunan bir deneyimdi. Daha sonra organik susam ve hindistancevizi yağlarını keşfettim. Cildimin ve saçlarımın onları ne kadar çabuk emdiğini, yumuşak tenin Dove reklamlarında vaat edilen bir hayalden fazlası olduğunu anlayınca bir daha ikisinden de asla vazgeçmedim. O kadar sevdik ki birbirimizi, ilişkimizi bir adım ileri taşımaya karar verdik, yani boynumun hemen yukarısına, yüzüme.
Evet, son iki senedir hem yüz hem de vücut bakımında yağ kullanan bir insanım. Yağcıyım. Yağlıyım. Ama işte güzel olan da bu. Bu yağların cilt tarafından anında emilmesi, doğru ürün seçildiğinde hassas ve karma ciltlerin bile bu sıvı dokuyla nemlenebilmesi. Ergenlik döneminize şöyle bir dönüp bakarsanız The Body Shop’dan Tea Tree Oil ile karşılaşırsınız. Yağlı cildi ve akneyi tedavi etmek için kullanılan bir ‘yağ’! Burt’s Bees Herbal Blemish Stick, aynı ham maddeyi USB büyüklüğünde bir terapiye dönüştürüyor. Doğu Afrika’da yetişen bir fındıktan elde edilen Marula yağı, Argan’dan sonraki yeni mucize olarak sunuldu bile. Tüm bu krem ve losyon protestoma rağmen Emily Weiss’ın, ‘önce cilt sonra makyaj’ anafikirli, sunumu şahane markası Glossier’e tabii ki kayıtsız kalmadım. Nemli ve aydınlık bir cilt sözü veren Phase 1 Set’i pembe baloncuklu çantası içinde banyoma yerleştirdim. Ancak bu ışık-nem-aydınlık meselesi cilt bakımında yağlara şans vermiş olanlarımız için eski haber. Biliyoruz, denedik, yaptık. Bize yeni şeylerle gel Emily.
Yüz bakımı ve yağlar deyince sadece deniz süngeriyle yıkanan ve buram buram paçuli kokan bir aktar kuşuna dönüşmeniz gerekmiyor, eczaneler de bu konuda iddialı: Şu sıralar favorilerimden biri Darphin’in The Revitalizing Oil’ı. Saç, vücut ve yüzde kullanabileceğiniz bu yağ, incecik bir yapıya ve besleyici bir anatomiye sahip. Sabah yüzümü -asla suyla değil ama- tonikle ya da maden suyuyla temizledikten sonra bu yağı güzel bir masajla cildime yediriyorum. Fransız bağlarından çıkıp gelen Caudalíe’nin çok kuru ciltler için tavsiye ettiği Polyphenol C15 Overnight Detox Oil ise gece uyurken cildimi arındırıyor, temizliyor ve bakım yapıyor. Bir diğer favorim de Fransız Alpleri’nden İstanbul’a taşınan Huiles & Baumes’un Face Smoothing Serum’u. Papatya, frenküzümü, yaban gülü, hindistancevizi, macadamia, jojoba ve calendula gibi savaşçı yağları koyu cam şişesinde toplayan bu serum, cildimin kendini yorgun ve bakımsız hissettiği her an vaziyeti toparlamak için yanımda.
Eğer bu yağlardan birini (ya da hepsini) düzenli kullanıp nem oranını arttırır, bir de bol su içerek ve Omega takviyesiyle cilde içeriden destek verirseniz, kış aylarını ışıl ışıl, kendinden ‘gloss’lu bir yüzle, elmacık kemikleriniz hafiften buğulanarak geçirirsiniz. Her zaman yağlanmaktan değil kurumaktan korkun. Bilin ki siz cildinizi kuru tutmaya çalıştıkça o daha da çok yağlanıyor.
çok şık bir site olmuş ellerinize sağlık